Ferruh Karakaşlı zamansız modanın temsilcisi

Ferruh Karakaşlı ‘Ready koleksiyonu’ ile sektörde bulamadığı hazır giyimi kendi üretmeye karar verdi.
Ferruh Karakaşlı çocukluğundan itibaren giyime merak sarmış, Avusturya’ya okumak için gidip orada bir mağaza açmış. Orada Rahmi Koç’la tanışarak birlikte Türkiye’de mağaza açma kararı almışlar. Önemli olanın kusurları olan bir vücuda kıyafet dikerek onu kusursuz göstermek olduğunu düşünen ünlü modacı ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
Biraz geçmişe dönersek moda merakınız nasıl başladı, ilk tohumlar ne zaman atıldı?
Ben giyinik doğmuşum derim her zaman. Annem hep anlatır küçük yaşlardan itibaren ben kendi alışverişimi yapayım sonra buluşalım dermişim. Bunun da bir kökeni olması gerekiyor o da babam ve amcama dayanıyor. Babam Ayhan Işık’ı giydirirmiş. Babam ve amcam o dönemlerde İngiltere’den kumaş getirerek kumaş ithalatı yaparlarmış. Babamın Beyoğlu’nda kişiye özel, ısmarlama ürünler yaptığı atölyesi ve dükkanı varmış. Sonradan banka ve emlak işlerine girmişler ama ben çocukluğumda kumaş, giyim, kesim ile ilgili havayı solumuş oldum. O zamanları hatırlıyorum, raf raf kumaşlar hep gözümün önündedir, demek ki çocukluğumda bu durum damarlarıma girmiş. Çok küçük yaştan beri kıyafete ve giyime meraklı olduğumun temelini buraya bağlıyorum.
Babanız ve amcanız giyimlerine düşkünler miydi?
Evet, ikisi de giyimine düşkündü, özellikle amcam muhteşem iyi giyinirdi. Türkiye’de hala pek rastlamadığım, merdivenle çıkılan 2-3 katlı kütüphanesi vardı. Ben de kitap merakı da çoktur o da sanıyorum amcamdan geldi.
Modacı kimliğiniz daha sonra nasıl gelişti?
Her zaman çok iyi bir tüketiciydim. Kalite, kumaş, aksesuar her zaman ilgi alanım oldu. Çocuklar oyuncaklarla oynar ben elbiseler, kumaşlar, düğmelerle oynardım. Kumaşlardan şekiller çalışırdım bu da sanırım tamamen içgüdüsel bir şey. Tamamen tutku, Japonca bir kelime vardır ‘otaku’ bu kelime tutkunun biraz ötesinde takıntının yani hastalık noktasının biraz gerisindedir. Benimki de öyle.
İlk mağazanızı nerede açtınız?
Viyana’da açtım. Ben çok uzun başında duramadım ama o mağaza fenomen oldu. İngiliz Büyükelçiliği’nin karşısındaydı, o dönem mağazamız İngiliz Centilmenler Kulubü gibiydi. Ortasında kahve içilen sonbet edilen bir bölümü de vardı. Özellikle İngilizlerin geleneksel markalarının ithal edilerek, satıldığı bir mağazaydı. Gerek Avusturya içinden gerek Avusturya dışından Avrupa’daki aristokratların gözdesi oldu. Viyana’da Swatsenberg meydanı vardır, o meydanda muhteşem bir şato otel vardır. Otelin sahibi de bu ailedir. Bu aile ve ailenin yakınları, kuzenleri, yeğenleri, akrabalarının buluşma noktası bizim mağazamız oldu. Rahmi Koç’ta bir gün mağazamızı ziyaret ettiğinde Audrey Hepburn ile film çevirmiş bir erkek oyuncu vardı, Rahmi Koç’u ortak katıldıkları bir davetten hatırladı ve sohbet ettiler. Rahmi Bey’de o ambianstan etkilendi ve biz birlikte Edwards of Hisar’ı açtık.
Kişiye özel dikimin yanında bir de ‘ready wear’ ürünlerinin yer aldığı koleksiyonunuz var bu geçiş nasıl oldu?
Hazır giyim ve koleksiyonlarda beni hep rahatsız eden kıyafetlerin fiziklere uygun olmama durumu vardı. Yapılan hazır kıyafetlerin çoğu beni görsel olarak tatmin etmiyordu çünkü ben iyi bir tüketiciyim. Bugün hala dünyanın peşinden koştuğu, idolize ettiği marklarda hatalar var. Ben sanki modaya arka kapıdan girdim. Modanın içinde yeteri kadar kalite bulmuyordum. Hazır ürünlerin insan vücuduna uyumsuzluğu da beni hep rahatsız etti. Hep kadınlar için bir kıyafetin seksi olmasından bahsedilir ama erkek içinde kıyafetlerin seksi olması, vücuda uyması önemli bir faktör. Bu açıdan markette aradığımı bulamadığım için kendim yapmaya karar verdim. Ben önce insan vücudu için doğru olan kıyafetleri ısmarlama olarak yaptım sonra olması gereken kupları oluşturarak hazır giyim yaptım. Hazır giyime gireli yaklaşık 2 sene oldu.
Sizin ürünlerinizin en belirgin özellikleri neler?
En önemli özelliğimiz kilolu insanları daha zayıf göstermemiz, bunu ısmarlamada sağlıyorduk ama hazır giyimde sağlamamız çok kolay değildi. Uzun bir araştırma ve geliştirme süreci sonunda hazır kıyafetlerimizde de aynı sonuca ulaştık.
İlk dükkanı neden Viyana’da açtınız orada mı yaşıyordunuz?
Evet, orada yaşıyordum. Viyana çok acımasız bir markettir, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’ndan gelen geleneksel ayakkabı ve deri kültürü vardır. Kraliyet kökenli oldukları için el işi ve ısmarlama kültüründe çok iyi bir birikime sahiptir. Orada yaşayan aristokrat kitle görsel ve kalite anlamında çok üst düzey bir beklenti içindedir. Viyana’da yaşarken böyle bir kitlenin varlığı da beni böyle bir işe girmeye yöneltti. 90’lı yılların başındaTürkiye tüketici olarak bilinçli bir tüketici değildi. Son yıllarda Türkiye’de her şey değişti ama o yıllarda Türkiye’nin en köklü ailelerinde bile ben açıkçası detaylı bir giyim kültürü görmüyordum. En üst düzeyde olmayan alt ve orta seviyelerde hiç olamaz. Türkiye’de potansiyel görmüyordum, Rahmi Bey beni çok teşvik etti. O dönem için Viyana daha doğru bir başlangıç noktasıydı.